28 Ocak 2015 Çarşamba

 
Ocak aynın başında bir seminer için bir haftalığına Oslo’daydık. Böylece hayatımda ilk defa bu kadar kuzeye gitmiş oldum. Eee haliyle Oslo’dayken pek çok şehir ve ülke de güneyde kalıverdi birden. Mesela hiç Danimarka’yı güneyde bir ülke olarak düşünmemiştim, ya da Londra’nın Toronto’nun, Quebec’in bulunduğumuz yerden güneyde kalması oldukça garipti. En azından bakışaçısı açısından :)

Sanıyorum Oslo’ya en depresif zamanlardan birinde gittik. Tabii bunu gün içerisindeki gündüz/gece dengesine ithafen söylüyorum. Hava sabah 9’dan önce aydınlanmaya başlamıyor, 14:30 - 15:00’de de kararmaya başlıyor ve en geç 16:00’da etrafı tamamen karanlık oluyordu. Yani hava çok bulutlu değilse ortalama 5,5 saatlik bir “gündüz” kavramı vardı biz oradayken. Açıkçası bu durum bize çok da depresif gelmedi. Tabii topu topu 5-10 gün kaldık, birkaç ay bu durumda kalmak insanı depresyona ne kadar sokar şuan için bilemiyorum. Ama yıl sonundan itibaren kuzey ülkelerinin birinde deneyimlemelere başlayacağımızı söyleyebilirim (hmm.. konum mu değişecek nedir...).

Kim demiş Oslo'da kışın güneş yok diye :p

OSLO’YA NASIL GELİNİR, HAVALİMANINDAN MERKEZE NASIL GİDİLİR?


Öncelikle Oslo’ya Cenevre’den nasıl uçabileceğiniz ve havalimanından merkeze nasıl gelebileceğiniz gibi temel bilgileri paylaşayım.

Cenevre’den Oslo’ya direkt uçmak için sanıyorum tek seçenek Norwegian havayolları. Küçük bir havayolu şirketi ama biz memnun kaldık. Eğer el bagajınız dışında bagajınız varsa ucuz havayolu şirketlerindeki gibi bagaj için ödeme yapmanız gerekiyor ve 20kg’lık bagaj hakkınızı sadece tek parça çanta için kullanabiliyorsunuz. Yani toplamda 15 kilo benim bagaj, ama iki parça derseniz almıyorlar bir parçayı, dikkat etmek lazım. Bu arada dilerseniz kabinde bedava internet bulunuyormuş. Biz denemedik ama reklamları gırlaydı. Uçuşumuz ortalama 2,5 saat sürdü.

Havalimanına indikten sonra Oslo merkeze gitmek için 2 seçeneğiniz bulunuyor. Biri normal tren, diğeri ise FlyToGet hızlı trenleri. Bu hızlı trenlerle 20 dakikada merkeze varıyorsunuz, çünkü iki durak arasında işliyorlar. Ancak normal trenler (ya da dilerseniz merkezden çalışan otobüsler de var) hem her durak da duruyorlar, hem de sanıyorum 1 saat falan sürüyor merkeze gitmek. Ancak biletlerin daha ekonomik olması lazım, çünkü FlyToGet biletleri, bir büyük tek yön için 190Nok yani yaklaşık olarak 19 euro. Ancak öğrenciyseniz (30 yaşına kadar öğrencilik kabul ediliyor. Bu da olumlu bir şey bence, şimdiye kadar en fazla 25 yaşına kadar öğrenciliğinizin kabul edildiğini görmüştüm. Yani 25 yaşından sonra öğrenci kartınız olsa bile öğrenci indirimlerinden yararlanamıyorsunuz), yarı fiyatını ödüyorsunuz sanırım 85Nok(yaklaşık 8,5 euro) idi.

Şehiriçi ulaşım içinse ayrıca bilet almanız lazım. Bu biletleri metroda, otobüste ve sanıyorum ki iki yaka arasında çalışan feribotlarda kullanabiliyorsunuz. Kışın iki yaka arasında feribotlar çalışmıyordu, o yüzden bilemiyorum. Tek yön bilet 30Nok, 24 saatlik bilet 90Nok. Eğer en az 3 kere otobüse bineceğinizi düşünüyorsanız tam günlük bilet almakta yarar var. Bu biletlerde öğrenci indirimi var mı emin değilim, indirimli biletler var ama sanıyorum 18 yaş altı ve 65 yaş üstüne.

NEREDE KALINIR?

Oslo'da kalacak yerler, hele bir de merkezi olsun diye bakıyorsanız pek de ucuz değil. Sanırım geceliği (iki kişi için) 70-80 euroya bir yerlerde kalabilirsiniz. Elbette daha ucuza konaklayabileceğiniz hosteller buralarda da var, ancak biraz şehir dışında geldiler bize.

Biz merkezde ilk önce tren istasyonuna yakın City Box Oslo'da konakladık. Oldukça rahattı. Kendi check-in ve check-out'unuzu kendiniz yapıyorsunuz otel girişindeki makinalar sayesinde. İlk girişte makine size kart veriyor. Bu kartla otele giriş kapısı ve odasınızın kapısını açabiliyorsunuz. Ayrıca aynı kart asansörü de çalıştırıyor. (Bu kart meselesi ikinci kaldığımız otel için de aynıydı).

Her ne kadar kaldığımızın ikinci günü sabah yolda çalışma olsa da, City Box'dan memnun kaldık. 


İkinci kaldığımız otel ise Hotel Bondeheimen idi. Best Western'e bağlı bir otelmiş. Sabah kahvaltısı doyurucu idi, açık büfe olarak fena seçenek yoktu. Ancak uçağa yetişmemiz gerektiği için hepsini deneyemedik. Otel de kötü değildi. Ancak 7. katta olmamıza rağmen sokaktan inanılmaz gürültü geliyordu. Gece 3-4'e kadar zor uyuduk. O zaman da bayıldık kaldık herhalde yorgunluktan. Kış olmasına rağmen herkes sokakta içiyor sanırım. Sabaha kadar gülüşler, konuşmalar, çatal bıçak sesleri devam etti.


NE YENİR?

Oslo elbette balık memleketi. Özellikle de somonu pek meşhur. Ancak şöyle güzel geleneksel bir lokantaya gidip bir somon yiyelim derseniz o işte biraz zor. Çevredeki lokantalar çok pahalı. Örneğin en bilinen ve en merkezi yerdeki geleneksel yemek lokantası Grand Hotel'in içinde. Ancak hem çok pahalı hem de çok şık bir yer. İnsan içeri girmeye utanabilir o derece :p Ayrıca dışarıdan menüsüne bakınca pek çok yemeğin Fransız ağırlıklı olduğunu görüyorsunuz. Alt tarafı bir iki yöresel yemek var. Bu arada Grand Hotel'in vakt-i zamanında Edvard  Munch ve arkadaşları tarafından oldukça tercih edilen bir mekan olduğunu da belirtelim. İşin özü, eğer yerel bir şeyler yemek istiyorsanız tren istasyonuna yakın olan Dovrehallen lokantasına gidebilirsiniz. Biz memnun kaldık. adres ve menü hakkındaki bilgilere lokantanın ismine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Lokanta 1. katta. Girişteki yerin başka bir işletmeye ait olması lazım. 

Yöresel yemekler dışında elbette etrafta çokça hamburgerci ve pizzacı var. Ama girdiğimiz pizzacıları pek beğenmedik. 

Kahvaltı, atıştırmalık ve kahve/çay ihtiyaçlarınızı 7Eleven ya da ona benzer diğer dükkanlardan giderebilirsiniz. Arada elma ve muz gibi meyveler de satıyorlar. Elbette bir de Børek yani börek satıyorlar :) Fotoğrafını çekecektim ancak unuttum. Kol böreğine benziyordu bizim gördüklerimiz. Başka şeyler satın aldıktan sonra gördüğümüz için yeme şansım olmadı.

NORVEÇ HAKKINDA KISACA BİLMEK GEREKENLER

Norveç'e gittiğimizde hava sıcaklığı düşük olmasına rağmen şansımıza rüzgar olmadığından olsa gerek hava soğuk değildi (ya da biz iyi giyinmiştik). Tek sorun her yerin buz tutmuş olmasıydı.

Norveç'e gidince görmeyi ilk beklediğim şey uzun boylu, yapılı, sarışın insanlar idi. Ancak benim tipik iskandinav inanışımın tersine etrafta hiç de öyle koca koca insanlar yoktu. Almanya'da kendimi daha bir cüce hissetmiştim :p 

Norveçliler hakikaten de çok nazik insanlar, en azından bize denk gelenler öyleydi. Herkese de fazlaca güveniyorlar, bana biraz saflarmış gibi geldi. Tabii bu kötü bir özellik değil, yanlış anlaşılmasın, sadece sömürüye açık bir durum. Örneğin bir köye gidip yumurta alacaksınız. Yumurtaları satan köylü yumurtaların başında beklemiyormuş, fiyatını yazıyor, sen de aldığın kadar yumurtanın parasını yandaki kutuya atıyormuşsun. Aynı şey pek çok diğer şey için de geçerli, sanıyorum Türkiye’de, ya da diğer çoğu ülkede böyle bir senaryo oldukça hüzünlü bitebilir. O köylü illallah der, bir daha yumurta satmaz, ya da sabahtan akşama kadar yumurtaların başında oturmak zorunda kalır. Ya da bir diğer örnek olarak dağ evlerinde konaklamak söylenebilir. Diyelim ki şöyle bir kaç günlüğüne dağlara çıkmaya karar verdiniz, yürüyüş yapıyorsunuz. Gece çökmeden bir dağ evi bulup içine giriyorsunuz. İçeride yiyecek içecek, yatacak yer var. Hepsini istediğiniz gibi kullanabiliyorsunuz. Ertesi gün ayrılırkense bir forma kredi kartı bilgilerinizle birlikte neden ne kadar tükettiğinizi ve kaç gece kaldığınızı yazarak bir kutuya atıyorsunuz. Çevrede sizi kontrol edebilecek kimse yok, ama önemli olan da çevrede kimse olmasa dahi vicdanen bunu yapmanız gerektiğini bilmeniz, değil mi?

Yalnız tüm bu nezakete rağmen dikkat etmeniz gereken bir nokta var, o da karşıdan karşıya geçmeniz için arabaların size pek yol vermemesi. Elbette önlerine atlarsanız duracaklardır, en azından deneyeceklerdir, çünkü kaygan yollarda arabalar için de durmanın çok kolay olduğunu sanmıyorum. Dikkat etmek lazım.

Beni şaşırtan bir diğer nokta ise çoğu mağazanın (özellikle giysi satan butiklerin) İstanbul'daki gibi dışarıya hoparlör koyup bangır bangır müzik yayını yapmasıydı. Üstüne bir de her mağazadan ayrı müzik gelince, pek de hoş bir ortam oluşmuyor açıkçası. İstanbul'da da bu durumdan muzdariptim, Oslo'da da karşılaşmak ilginç geldi.

Norveç dünyanın en pahalı ülkelerinden, Oslo da en pahalı şehirlerinden biri. Özellikle dışarıda içki içmek istiyorsanız fiyatlar fahiş. Alt tarafı bir şişe biraya 10 euro, 50’lik bir biraya ise 17 euro öderken bulabilirsiniz kendinizi. İçkilerin İsviçrelilere bile çok çok pahalı geldiğini söylersem durum daha da açıklığa kavuşur sanıyorum :p

Restoranlardaki yemekler Cenevre’den sonra çok da pahalı gelmedi bize, ancak yemek yerken dikkat etmeniz gereken ilginç kurallar var. Bunlar yazılı değil, ama biz de tesadüfen öğrendik, örneğin Hard Rock Cafe’ye falan hamburger yemeğe giderseniz, çocukların bile hamburgeri çatal bıçakla yediğine şahit olabilirsiniz. Yemeğimizi beklerken ücretsiz internetin nimetlerinden faydalanıp biraz araştırma yaptık da hakikaten hamburgeri/sandviçi eller yemenin ayıp olduğunu öğrendik Norveç’de. Ancak McDonald’da elle yeniyor, geçerken baktık, ya da herkes turistti bilemiyorum :D
Hamburgeri bıçakla yemeğe çalıştığımız doğrudur.

OSLO’DA GEZİLECEK YERLER

Gelelim Oslo’da yapılabileceklere.

Eğer “Müze gezmekten acayip hoşlanırım” diyorsanız Oslo’da sürüsüne bereket müze var. Biz hepsini gezmedik tabii, sadece ilgilendiklerimizi gezdik. Bunların en başında’da Edvard Munch’un tablolarını bulabileceğiniz Munch Müzesi ve Galerie Nationale geliyor. Biz sadece Munch ile sınırlanmayalım diye düşünerek Munch Müzesini değil ama Galerie Nationale’i gezdik. Bu noktada hiç şüphesiz aklınıza şu soru gelecektir, “Munch’un meşhur tabloları Çığlık ve Madonna’yı hangi müzede görebiliriz?” yanıt oldukça basit: İkisinde de! Peki bu nasıl oluyor? Sevgili Munch üşenmemiş her iki tablonun da çeşitli replikalarını yapmış. Aslında replika demek yanlış olur, çeşitli varyasyonlarını yapmış. Yani bir ilk yapılan tablo var, bir de ondan hemen sonra çıkmış, aynı şekilde çizilmiş ancak belki bir iki ayrıntı eklenmiş, farklı renkler kullanılmış diğer tablolar var. Bana göre en bilenen versiyonları National Galeri’deydi. Diğerlerinin ise bir kısmı Munch Müzesi’nde, bir kısmı da bir takım zengin iş adamlarının kişisel koleksiyonlarında. Sadece Çığlık tablosunun 5 versiyonu var. Madonna’nın ise 3.

Resimler Wikipedia'dan alıntıdır. Altlarındaki bilgileri ben çevirdim kabaca.
Bu arada söz Munch’un tablolarından açılmışken sürekli çalındıklarından bahsetmeden de olmaz :)

Çığlık tablosu ilk defa 1994 yılında National Galeri’den çalınıyor, birkaç ay sonra bulunuyor. İkinci defa ise bu sefer Munch Müzesi’ndeki versiyonu Madonna tablosu ile birlikte 2004’de çalınıyor. İki yıl sonra ise yanlarında bir notla bulunuyorlar. Notta şöyle yazıyor “Zayıf güvenlik için teşekkürler.” Hakikaten de hırsızların koca koca tablolarla müzeden çıkarken görüntülendikleri fotoğraflara bakıp gülmemek elde değil. 

Wikipedia'dan alıntıdır.
Günümüzdeyse (en azından National Galeri için konuşuyorum) sadece bu iki tablo önüne koruma camı konulmuş. Yani büyük ihtimalle diğer tabloları çalmak hâlâ olası. Olası diyorum çünkü Norveç’de, en azından Oslo’da herkesin herkese güveni tam. Bunu insanlarla konuşarak, ya da en basitinden bir müzeye girerken “ceketim çalınır açığa asmam ben” diye düşünmeyen insanlara bakarak anlayabiliyorsunuz. Açıkçası biz biraz tedirgin olduk böyle ceketleri ortalık yerde bırakıp gitmeye ancak müzede gezerken hele bir de kışın o koca kalın ceketleri elde taşımak oldukça sıkıcı (ya da yasak), mecburen bırakıyorsunuz. Elbette her şeye karşı değerli şeyleri yanınızda almanızda yarar var.



Galerideki diğer tablolardan seçtiklerim:






Elbette Monet vardı...

Rodin'in Düşünen Adam heykelinin kaç versiyonu var acaba? Her müzede görüyorum :)




Munch'un Otoportresi
Peki Munch’dan başka ne var Oslo’da? Elbette Vikingler var! Bu noktada bizim gidip gördüğümüz iki müze var. Biri Viking Gemileri Müzesi, diğeri de Norveç Kültürel Tarih Müzesi. Bu iki müzeden birine bilet alırsanız aynı biletle 48 saat içerisinde diğer müzeyi gezmeniz olası. Yalnız iki durum söz konusu bu bilet işinde. İlki Viking müzesinin bilet fiyatları bir iki euro daha yüksek Tarih Müzesine nazaran, ikinci konu ise Tarih Müzesine elinizi kolunuzu sallayarak girmeniz. Bize kapıdaki görevli “bileti şuradan alabilirsiniz” diyerek bir masa gösterdi, ancak masada “şuanda kapalıyız” yazıyordu. Kimse de gelip ilgilenmedi, sonra baktık bizden sonra gelenler de bilet almadan geziyor, biz de girdik gezdik. Elbette girmeden çantalarınızı ve ceketlerinizi bırakıyoruz.

Tarih Müzesi hemen National Galeri'nin yanında bulunuyor.



Tarih Müzesinde ne yazık ki fazla İngilizce açıklama yoktu. O yüzden biraz sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Bir de çok fazla karışmış her şey. Yani Vikingler de vardı, eskimolar da; Japonlar da vardı, Güney Amerika’daki kabileler de, hatta Oslo’daki Gay Pride üzerine bir oda bile vardı.

Eğer şehir merkezinde bir otelde kalıyorsanız, hele kış vakti Viking Gemileri Müzesi’ne kadar yürüyerek gitmeniz biraz güç. Otobüse binmeniz en iyisi. Biz Belediye binasının önünden 33 numaralı otobüse binerek ulaştık. Otobüsle yaklaşık 20 dakikada varılıyor sanırım.

Viking Gemileri Müzesi ise elbette çok etkileyici idi, ancak çabucak bitti. İçeride topu topu 3 koca gemi ve gemilerden çıkan bir kaç parça eşya var. Hızlı gezip hiçbir şey okumazsanız maksimum 10 dakikada  bitebilecek bir müze. Biz okuduk her şeyi, attan üstten sağdan soldan gemilere baktık, hediyelik eşya reyonuna falan baktık 40 dakika içeride kalmışız.




Viking Gemileri Müzesinden sonra ise yürüye yürüye Norveç Denizcilik Müzesi’ne kadar gidip oradan birkaç fotoğraf çektik. Gittiğimizde hava kararma halindeydi ve müze kapanıyordu, o yüzden bu müzeyi gezmemiş olduk. Sanıyorum çeşitli keşifler üzerine de bilgiler mevcutmuş bu müzede.




Karşı kıyı


Gezdiğimiz üçüncü müze Doğal Tarih Müzesi idi. Özellikle çocuklarıyla Oslo’ya gitmiş ailelerin tercih edebileceği bir müze bu. İçerisinde pek çok hayvan ve fosil hakkında bilgi vardı. Dinozor fosillerine ek olarak değerli taşlar ve madenleri görebilir, en eski ve tek parça (yani kırılmamış) primat fosili olan İda’yi görmeniz mümkün. Açıkçası İda’yi biliyorsanız görmeniz mümkün, çünkü öyle bir noktaya koymuşlar ki görmeden geçip gitmek olası. Ben aranma halindeydim de o sayede gördüm.






Aşağıda İda'nın fosilini ve muhtemel tipini görüyorsunuz:





Oslo’da gidip de eğlenebileceğiniz, özellikle de kar yağmışsa en güzel yerlerden biri opera binasının çatısı bence. Hem donmuş denize bakabilir, hem de Oslo’yu azıcık da olsa tepeden görebilirsiniz.


Donmuş Deniz...

Yürüye yürüye tepeye çıkabilirsiniz.
Tepeden Manzara
Tepeden Manzara

Hemen her liman şehrinde olduğu gibi Oslo’da da bir adet Kale bulunuyor. Biz vaktimiz olmadığı için içerisine girmedik, sadece avlusunu gezmekle yetindik ama kışın gezmesi biraz zor oluyor. “Acaba şuraya doğru yürürsem boşluk mu vardır karların altında yoksa sur mu?” diye düşünmekten hiçbir yere gidemiyorsunuz. Var olduğunu gördüğünüz surların kenarına ise fazlasıyla kaygan olduğundan yakalaşamıyorsunuz.






Kapıda, soğukta nöbet bekleyen kale koruması.
Son gün akşam üzerimizi ise Vigeland’a ayırdık. Bu parkta heykeltıraş Gustav Vigeland’a ait tamamı çıplak 212 heykeli ziyaret etmek mümkün. 1869 - 1943 yılları arasında yaşamış olan Norveçli sanatçı heykellerin neden hepsinin çıplak olduğu sorusuna « üzerlerindeki kıyafetlere göre belli bir döneme yapışıp kalsınlar istemedim » diye cevap vermiş.

Heykeller oldukça gerçekçi, ancak biz gittiğimizde hava karardığından fotoğraflarını çekmek çok zor oldu, ayrıca her yer de buz tuttuğundan yürümekte güçlük çekiyorduk, 212 heykeli de görebildiğimizden emin değilim. Ancak özellikle güzel havalarda hoş bir gezinti olacağını düşünüyorum bu parka gitmenin.

Evet her yer de buz var....
Derelerin de donduğu doğrudur...




Vigeland Parkından da gözüken Holmenkollen tepesindeki Ski Jump (Kayakla Atlama) Platformu.





Tüm bu parklar, bahçeler, opera binası ve müzeleri geçersek Oslo’da yapabileceğiniz diğer kış etkinlikleri ise yakındaki Holmenkollen tepesine gidip Kayaklı Koşu (Cross Country Skiing / Norveç’in milli sporu olduğunu da belirtelim) yapmak, Atlama Kulesinden kayakla atlamak veya Kayak Müzesini gezmek, metro ile Frognerseteren’e kadar çıkıp kızakla  Midtstuen’e kadar 15 dakika kaymak (sonra metroya binmek, yukarı çıkmak ve tekrar kaymak ve tekrar kaymak....) olabilir. Ayrıntılar için Holmenkollen yazıma gidebilirsiniz.

Kısacası kışın Oslo’da durumlar böyle :) Elbette yazın Fiyortlara gidip görmek mümkün, ancak kışın ne yazık ki mümkün olmayabiliyor. Oslo oldukça küçük bir şehir ve bir kaç günde tamamını rahatlıkla gezebilirsiniz (tüm müzeler de dahil).

Son olarak şehirdeki önemli bir kaç yapının daha fotoğrafını paylaşıp bu yazımı da sonlandırıyorum. İyi eğlenceler :)

Oslo merkez Kilisesi
Biz gittiğimizde yılbaşı süslemeleri duruyordu.
Biz gittiğimizde yılbaşı süslemeleri duruyordu.
Meclis binasına yandan bakış
Meclis binasına önden bakış
Nedense yayalar için yanan kırmızı ışık hemen her yerde ikişerliydi. Bunun arabalar için olanlarını İtalya'da görmüştüm.
Eh, kar buz fazla olunca sokak sanatları da ona göre gelişiyor :)
Eskinin üniversite binası. Günümüzde de üniversiteye ait ancak sanırsam sadece hukuk fakültesi kullanıyormuş bu binayı.
Her yerde bir yoğurt çılgınlığı almış başını gidiyor :)
Elbette gidip görebileceğiniz bir diğer yer ise Nobel Barış Ödülü Merkezi. Biz dıştan bakmakla yetindik.
Tiyatro Binası
Azıcık kar yağdı hemen her taraf çamur oldu :p

National Galeri
Belediye Binası
Belediye Binası
Biz gece gece Belediye Binasının önünden geçerken sanıyorum içeride düğün ya da önemli bir olay vardı. Çanlar sürekli olarak melodik bir şekilde çalıyordu. Biraz korku filmi havası vardı açıkçası :D


Nok'lar :)
Tren İstasyonu ve önündeki saat kulesi
Kraliyet sarayı. Pek öyle alımlı bir yapı değildi. Bilmiyorum Norveç Kraliyet ailesi içinde mi ikamet ediyor. Ancak sanmıyorum burada kaldıklarını, çünkü neredeyse hiç koruma yoktu.
Buzda kaymamamız için yerlere bu pembe ya da siyah (sanırım granit) taşlarlardan dökülüyormuş. Biraz işe yarıyorlar.

Bir yerde okuduğuma göre aslında şu garip, kırmızı bayrakların altından geçmemek lazımmış. Çünkü tepeden bir şeyler düşebileceğini ifade ediyormuş. Ne yazık ki İngilizce yazmadığı için ya da herhangi bir ünlem işareti olmadığı için turistler açısından pek açıklayıcı değil. Belki başka bir anlamı vardı...
Norveç'in elektrikli arabaları meşhur. O yüzden her köşe başında kutu gibi bir arabanın şarj olduğunu görebilirsiniz.Bildiğim kadarıyla hükümet elektrikli araba politikasına tam destek veriyor. Örneğin belli zamanlar arabanızı ücretsiz şarj edebiliyor, ya da park yerlerini ücretsiz kullanabiliyormuşsunuz eğer böyle bir arabanız varsa. 



0 yorum:

Yorum Gönder