1 Temmuz 2014 Salı




Bu seferlik Heidelberg’den merhabalar. Eşimin işi sebebiyle yaklaşık olarak 3 haftadır buralardayız. İş sebebiyle gelince pek fazla yer gezmeye vakit olamasa da sizlerle deneyimlediklerimi paylaşmak istedim.

Heidelberg'den manzaralar
Heidelberg'den manzaralar
Heidelberg'den manzaralar

Öncelikle Heidelberg’in küçük ama sevimli bir yer olduğunu söylemek istiyorum. Açıkçası beklediğimden biraz daha küçük geldi, ama her haliyle sempatik bir şehir. Bana biraz ‘öğrenci şehri’ havası var gibi geldi. Nitekim bu havaya uygun olarak özellikle şehir merkezinde pek çok kafe/bar/pub bulunuyor. Şimdiye kadar denediğimiz hemen her yerden hem fiyat hem de kalite olarak memnun kaldık. Belki de İsviçre’den sonra dışarıda yemek gerçekten ekonomik gelmiş olabilir, ama her şeye rağmen makul fiyatları olduğunu ve porsiyon olarak da bazen abarttıklarını düşünüyorum (en azından gittiğimiz Saigon isimli Vietnam restoranı öyleydi :) ).

Şehirden kaleye bakış

Peki Heidelberg’de gezilecek nereleri var? Açıkçası öyle pek de ilgi çekici bir müze ile karşılaşmadık. Tek ‘görmeden geçilmemesi gereken’ yeri kalesi. Ancak onun da kısmen yerinde yeller estiği için dışarıdan baksanız yeter.





Daha ayrıntılı söylemek gerekirse Heidelberg Kalesi (Schloss Heidelberg) için önünüzde iki seçenek bulunuyor. Birincisi sadece giriş bileti almak, ikincisi ise grupla gezi bileti almak. Genel olarak kendi başımıza hareket etmeyi tercih ettiğimizden tur almak yerine sadece giriş bileti aldık (Yetişkin 6euro / Öğrenci-indirimli 4euro. Eğer tura katılmaya karar verirseniz fazladan bir 4 euro daha eklemek gerekiyor kişi başına). Ancak gelin görün ki içeride gezilecek hiçbir şey yoktu (ya da biz bulamadık artık bilemiyorum). Tamam, kabul etmek gerek ki kalenin ön cephesinden manzara pek hoş, ama aynı manzaraya  kalenin çevresinden ya da bahçelerinden de ulaşabiliyorsunuz. Bahçelere giriş ücretsiz ve kalenin içerisinde gezebileceğiniz tek yer olan ‘ecza müzesi’ni de gezmezseniz pek bir şey kaybetmezsiniz (özel olarak konuyla ilgiliyseniz cazip olabilir, ama alanında başka, daha güzel ve büyük müzeler vardır bir yerlerde).



Gelelim bahçelere... Gerçekçi olmak gerekirse bahçelerde de görülecek pek bir şey yok. İki küçük havuzcuk ve genel olarak çimenler, ağaçlar. Dinlenmek, piknik yapmak, kafa dinlemek için hoş bir yer, ancak bir parktan ötesi değil. Zaten bu yüzden bedava olsa gerek :)

Ah, bir de Robin Hoodculuk oynayan bir ekip vardı. Tam olarak ne yaptıklarını anlayamadık, ama sanırım tiyatro grubuydu.



Tabii manzara noktası olarak da oldukça işlevsel bu bahçeler :)

Manzara noktasından kale

Manzara noktasından Heidelberg
Manzara noktasından Heidelberg

Peki kaleye çıkmak dışında ne yapılır? Biz hayvanat bahçesine gittik mesela. Hoştu, ancak bir zorunluluk değil. Yine de en az yarım günü rahatlıkla orada geçirebilirsiniz.

Her yerde Leylek yuvaları vardı. Hepsi de doluydu :)

Özellikle kuşların doğal hayatının gözlenebileceği farklı odacık sistemleri kurmuşlar. Böylece kuşlar hem açık havadalar, hem de bir yere gitmiyorlar


Etrafta dolaşırken yukarılara bakmayı unutmayın, bebeğiyle birlikte bir tembel hayvan yavaşşşş yavaşşş tepenizden geçebilir.

Tembel hayvancık yoluna devam ederken...

Göletteki balıklara dikkat edin, vallahi boyları ördeklerden büyük, ağızları da kafam kadardı


Özellikle yanınızda çocuğunuz olacaksa bu hayvanat bahçesini es geçmeyin derim. Özellikle keçiler ve koyunlarla çocuklar direkt iletişim kurabiliyorlar. Köy ortamı gibi. 


Tabii tavuklar da ayağınızın altında :)
Aslında hepsi yanı başınızda :)
Füniküler ile en tepeye çıkıp Heidelberg’e tepeden bakabilirsiniz. Aslında bayağı uzakta kaldığınızı göreceksiniz yukarı çıkınca. Fazla çekecek bir şey veya yapacak şey yok üstte, ancak tarihi fünikülere binmek bile ayrı bir eğlence. Gidiş dönüş kişi başı 7euro (bu tarihi fünikülerin fiyatı. Biz o kata kadar yürüyerek çıktık, dilerseniz başka bir fünikülerle merkezden bu tarihi fünikülere ulaşabilirsiniz. Ancak onun fiyatını bilemiyorum).

Aşağıda fünikülerin saatinin gelmesini beklerken 
Yavaş yavaş ve sallana sallana yukarı çıkıyoruz. Bu kareyi arkaya doğru çektim.
Yavaş yavaş ve sallana sallana yukarı çıkıyoruz. Bu kareyi arkaya doğru çektim.
Bu kare de yine arkaya doğru çekilmiş bir poz.Tepeye yaklaştıkça yol oldukça dikleşiyor. 

Kabinlerden birinin içi.
Tepedeki duraktan fünikülere bakış

Yukarı da dediğim gibi yapacak fazla bir şey yok. Biz biraz geç bir saatte çıktığımız için de pek bir şey yapamadık, ancak dilerseniz, anladığım kadarıyla yukarıda yürüyüş parkurları var. Tepede tur atabilir ya da yürüyerek aşağı inebilirsiniz. Yalnız çıkış yolu oldukça dik olmalı. İnişi nasıl olur geçmediğim için bilemiyorum. Bir de üzerinize yedek hırka vs almanızda fayda var, çünkü aşağısı ile yukarısı arasında bir kaç derece fark mevcut.

Tepeden Heidelberg'e bakış

Tepeden Heidelberg'e bakış

Dönüş yolu, bu sefer de yukarı doğru çekilmiş bir kare.

Bu da modeern füniküler
Ve son olarak kısa bir liste daha (biz henüz yapmadık ya da yapamayabiliriz ama siz yapabilirsiniz):

  • Heiligenberg tepesine çıkıp Nazi rejiminden kalma açık hava tiyatrosunu ziyaret edebilir ve Keltlerin de kullandığı, ancak kökleri tam bilinmeyen su kuyusuna bakabilirsiniz.
  • Şehirdeki irili ufaklı kiliseleri gezebilirsiniz.
  • Almanya’nın trafiğe kapalı en uzun (söyleyenlerin yalancısıyım) alışveriş caddesinde tur atabilirsiniz.
  • Neckar nehrinde tekne turuna katılabilir ya da kendiniz kısa bir tur atmak için kayık kiralayabilirisiniz.
Neckar'ın üzerinden geçerken
  • Yine Neckar nehri kıyısında mangal yapıp, çevrede koşuşan ördekçikleri izleyerek aylak aylak yatabilirsiniz.
  • Çevredeki gölleri ziyaret edebilirsiniz (açıkçası bu göllerin nerede olduğunu tam olarak bilemiyorum. İnternetten biraz araştırdım; ancak pek bir şey bulamadım, sadece buraya gelip bir yıl kalan bir tanıdık bahsetmişti, kim sorsak nasıl gidileceğini gösterir demişti, ancak hem vaktimiz olmadığı, hem de hava ilk haftadan sonra bozmaya başladığı için gidemedik).
  • Çevredeki şehirleri ziyaret edebilirsiniz. Örneğin: Mannheim(~15dk), Stuttgart(~45dk), Frankfurt (~45dk), Strasbourg(~2 saat)... Biz Stuttgart, Strasbourg, Bonn ve Köln’ü ziyaret etme şansı bulduk. Oraları da gelecek yazılarımda ele alacağım. 


Gelelim şehirdeki garipliklere ve dikkat etmeniz gerekenlere...
  • Almanya’nın doğal hali tabii, ama ben yine de Heidelberg’de her adımda, her lokantada bir Türk bulmayı beklemiyordum, siz şaşırmayın. Yine de bu kadar çok Türk’e marketlerde Türk markalarını göremedim. Türk damak tadına uyacak yiyecekler var, ancak İsviçre’de veya Fransa’da Türkçe veya Türkiye’den gelen lezzetler daha çeşitli geldi bana.
  • Otobüs biletleri ve numaralarına kafayı takıp delirmeyin. Örneğin “City ticket”(1,2euro) ile “Bilet”(2,2euro) arasındaki farkın ne olduğunu çözemedim. İnternette gideceğim durakları ulaşım ağının sayfasında aratınca fiyat olarak hep 1,2 euro çıkarken, bilet makinasında özel olarak seçmezsem neden 2,2 euroluk bilet alarak 1 euro kazıklandığımızı anlamadım. Öte yandan 31 numaralı otobüsteyken kafasına göre bir durakta numara değiştirerek 32 numara olarak devam etmesine hiç mi hiç anlam veremedim. Zaten küçücük şehir neden işi karmaşıklaştırmak istemişler anlamadım.
  • Eğer bir ev kiralayacaksanız tepe üstünde olmadığından emin olun. Genel olarak şehirdeki her şey yürüme mesafesinde, bulduğunuz ev de harita üzerinde yürüme mesafesinde gözükebilir, ancak her gün çıkmak zorunda kalacağınız yokuş bir süre sonra kabusa dönüşebilir.
  • Heidelberg ve genel olarak Almanya ‘eyvah alışverişe geç kaldım’ diyeceğiniz Avrupa ülkelerinden değil. Marketlerin bir kısmı 00:00’a kadar açık. Ancak pazar günlerine dikkat etmek lazım genel olarak her yer kapalı.
  • Üniversite’ye gidip de bir seminere katılırsanız, konuşmanın sonunda konuşmacıyı alkışlamayın. Alkışlamak yerine masalara vuruluyormuş.
  • Çanların kimin için çaldığını merak etmeyin. En azından ben merak etmeyi kestim. Sanırım her saat başı yaklaşık 15 dakika çan çalıyor, nedenini anlayamadım ancak İtalya’da bile bu kadar çan sesi duyduğumu hatırlamıyorum.
  • İnsanların kavurucu sıcakta neden ayakkabılarını çıkartıp yürüdüklerini anlamayabilirsiniz. Ben de anlamadım. Hani kumsal olur, çimen olur tamam, ama bir insan kavurucu sıcakta nasıl olur da betonun ya da asfaltın üzerinde yürüyebilir bilmiyorum.
  • Bisikletlere dikkat edin. Gerçekten DİKKAT edin; çünkü deli gibi kullanıyorlar. Hele ola ki kalabalık bir saatte Plöck caddesinden geçerseniz ezilebilirsiniz. Yanlışlıkla bisiklet yoluna girerseniz dövülebilirsiniz vs...
  • Herkesin çöpten bir şeyler aramasına alışın. Giyimi kuşamı düzgün olandan sokakta yatan adama kadar herkes çöpleri karıştırıyor Almanya’da. Nedenini tam anlamamakla birlikte, aşağıda fotoğrafını gördüğünüz sembole sahip plastik şişeleri aradıklarını düşünüyorum. Eğer bu geri dönüşüm sembolüne sahip plastikleri hemen her markette bulunan geri dönüşüm makinalarına atarsanız attığınız kadar indirim ya da para kazanıyormuşsunuz. Bir nevi depozito anladığım kadarıyla. Biz şuanda biriktirme halindeyiz, henüz deneyemedik. 


Son olarak buralara gelmişken yerel biraları tatmayı, Bretzel (bölgeye göre isim birazcık değişebiliyor sanırım) ve sosis yemeyi ihmal etmeyin.

İyi gezmeler... :)

0 yorum:

Yorum Gönder