17 Aralık 2014 Çarşamba

Fribourg

17 Aralık 2014 Çarşamba - Hiç yorum yapılmamış

ERASMUS’da derlediğim, ancak yayınlamadığım yazılarıma devam ediyorum. Bu sefer ki 
durağımız Fribourg.

Yine 2010’un soğuk bir mart gününde bir arkadaşımla birlikte Fribourg’a gitmeye karar verdik. Her ne kadar 7 mart günü gezmek için pek ideal bir gün olmamasına rağmen güzel bir gün geçirdik. Fribourg - Cenevre arası trenle yaklaşık olarak 1 saat 20 dakika. Fribourg’a vardığımızda saat 11:30-12:00’ye gelmesine rağmen, biraz günlerden pazar olmasından, biraz da Fribourg’un oldukça küçük bir yer olmasından gerek, etrafta in cin top oynuyordu.

Yine de bu ortam bizi yıldırmadı ve Sanat ve Tarih Müzesi (Musée d'Art et d'Histoire) ile gezimize başladık. Müzede adından da anlaşılacağı üzere Fribourg’da çıkan kalıntılar ve yapılan eserlerden örnekler vardı.

16 Aralık 2014 Salı


Aslında Interlaken hakkındaki yazımı ERASMUS’dayken kaleme almıştım. Ancak o zaman yayınlamamışım. Her türlü yararı dokunacağını düşünerekenten, üzerinden 4 yıl geçmiş de olsa yayınlamaya karar verdim. Zaten İsviçre çok da değişken bir ülke değil. Büyük ihtimalle aynı şeylerle karşılaşacaksınız :) Böyle bir iki tane daha yazım var. Onları da ilerleyen günlerde paylaşacağım.

2010 Martında arkadaşlarım Anna&Anna ile günü birlik Interlaken’e gitmeye karar verirken oldukça ilginç bir gün yaşayacağımızı bilmiyorduk.

Interlaken - Cenevre arası trenle 2 saat 42 dakika sürüyor. Bu süreye bir aktarma da dahil. Aktarma genellikle Bern istasyonunda yapılıyor. 

9 Aralık 2014 Salı

Günün başlangıcında şöyle güzel bir kahvaltının yerini hiçbir şey tutamaz. Peki Cenevre’de nerede kahvaltı edilir ? 

Bugün İki GezgininSeyahat Rehberi’nden Yelda’nın mesajı sonrası aklımdan işte bunlar geçti. En başta bu konu hakkında çok bir şey yazamayacağımı düşünsem de bir de baktım ki küçük bir liste oluşturmuşum bile ve böylece yazdıklarımı blogda da paylaşmaya karar verdim.

Öncelikle belirtmeliyim ki açıkçası kahvaltı için pek Cenevre’de dışarı çıkmışlığım yok; çünkü buralarda kahvaltı denilen şey ya pastanede en fazla reçel eşliğinde croissant atıştırmak oluyor ya da şeker koması  demek (çünkü olur da uzun bir kahvaltı yapmaya giderseniz genellikle sadece şekerli yiyecekler sunuluyor). Yine de bir iki tavsiye vermeye çalışayım :) Bu arada özellikle bruch için, erken rezervasyon şart. Bir de dikkat ettim genellikle sadece pazar günleri bruch seçeneği sunuluyor.  

7 Aralık 2014 Pazar


Bu yıl Lyon’da düzenlenen ışık festivaline katılamadık. Ancak Lyon’daki festivalin başlangıcından 1 ay önce 6 - 23 kasım tarihleri arasında Cenevre’de de oldukça ışıklı bir etkinlik vardı: Coup de Soleil aux Bastions (Bastions’da (Parkinda) Güneş Yanığı diye çevirebiliriz gibi). Fondation Wright tarafından düzenlenen, güneşin dünya ve insanlık tarihindeki önemini anlatan bir ışık gösterisi.

5 Aralık 2014 Cuma



Ne zamandır yazmak istediğim konulardan biri de Cenevre’deki doktorlar. Yolumuz hiç düşmesin diye temennide bulunalım, ama herhangi bir gereklilik anında başvuracağımız ilk kişiler ya hastaneler ya da doktorlar oluyor.

Şimdiye kadar 20’lik dişlerimi çektirmek dışında Cenevre’de doktora gitmedim (O diş macerası da çok kötü bir deneyim olmuştu ya bana... Buradan ulaşabilirsiniz o yazıya). Ancak dediğim gibi ne an ne olacağı belli olmaz. Bu durumda yabancı bir ülkede karşılaşabileceğimiz en büyük problem dil problemi diye düşünüyorum. Kendimizi doktora izah edemeyebiliriz, ya da doktorun bize söylediklerini anlamayabiliriz. Bu da tedavinin sekteye uğramasına ya da daha kötü sonuçlar doğurmasına sebep olabilir.

2 Aralık 2014 Salı

Kaynak
Hep point&click macera oyunları (ya da icon adventure) üzerine bir şeyler karalamak istiyordum. Ancak genel olarak blogun gidişatıyla çok alakalı olmadığından elimi sürmemiştim. Ama son okuduklarımdan sonra bir başlık açmadan edemedim.

Çoğu kişi için eskilerde kalmış bu tip bilgisayar oyunlarının pek bir kıymeti olmasa da, sanıyorum ki bu türün hayranları bir “point&click”, bir “Monkey Island”, bir “Maniac Mansion” deyince ne kadar heyecanlanıldığını biliyorlardır. Günümüzün 3D oyunları olsun, her türlü gerçekliğin yaratıldığı diğer interaktif oyunlar olsun, 80’lerden kalma bu piksel piksel oyunların yerine geçemedi benim için. Hep bi’ “Ah yeni bir Monkey Island çıksa da oynasak, ama 3D olmasın lütfen!” diye yakararak geçer günlerim.

Kaynak
Neyse ki bu yakarmalar bir yerlerde yankılanmış olacak ki, yeniden point&click oyunlar raflardaki yerini alacak gibi gözüküyor. Sağ olsun Monkey Island ve Maniac Mansion’ın yaratıcıları Ron Gilbert ve Gary Winnick yeni bir oyuna imza atmışlar : Thimbleweed Park. Oyunun ismi en az Guybrush Threepwood’un ismi kadar yaratıcı gözüküyor. Tanıtım videosu ise insanı heyecanlandırıyor.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Evde Bira Yapmak

17 Kasım 2014 Pazartesi - 1 yorum
Evet, bugün sizlerle evde nasıl bira yapabileceğinizi paylaşacağım.

Aslında elinizin altında olması gereken ufak tefek bazı şeyleri aldıktan sonra evde bira yapmak çok da karmaşık bir olay değil. Yalnız baştan söyleyeyim ben işin pratik tarafını anlatacağım, yoksa ilk aşamadan itibaren kendi biranızı kendiniz yapmak istiyorsanız o kısım konusunda pek yardımım dokunacağını sanmıyorum :)

Gelelim bizim durumumuza... Bizim için her şey İtalyan bir arkadaşın evlilik hediyesi olarak bize bir bira kiti vermesiyle başladı. Bu kitin markası Pinta, İtalyan olduğu için her yerde bulunduğunu sanmıyorum, belki internetten sipariş verilebiliyordur ama siteleri sadece İtalyanca, ama eminim ki benzer kitler başka yerlerde de satılıyordur. Zaten temel olarak ihtiyacınız olan 5-6 malzeme var bunlar: İki bidon, bira özü, maya, su, şeker, yeteri kadar şişe ve şişeleri kapatmak için bir şişeleyici.



Bunlara ek olarak hijyen için metabisülfite de ihtiyaç duyuluyor. Biz pek kullanmak istemedik sağlıklı olup olmadığından emin olamadığımız için. Ancak dikkat ederseniz biraların içinde hep olan bir madde.
  
Bize kitle birlikte 3 adet de bira özü hediye etmişti arkadaş: Dark(Siyah), Scottish Export (Kızıl) ve Lager (Sarı). Şimdiye kadar siyah ve kızılı yaptık. Şuanda da sarı birayla uğraşıyoruz. Bu bira özlerinin fiyatı internette 12pound civarı. 12 pound 42 lira yapıyor. 42 liraya ortalama 23 litre bira yapabiliyorsunuz. Bu da 0,33lük bir şişenin maliyetini 0,6 liraya indiriyor. 




Bira hazırlamanın en meşakkatli kısmı şişelerin yıkanması. Onun dışında bir kere nasıl işlediğini anlarsanız diğer seferlerde çok kolay bir şekilde hallediyorsunuz işi. Ortalama olarak 10 günde biranız bidonlarda mayalanıyor, sonrasında da yaklaşık 2-3 hafta daha şişelerde mayalanmaya devam etmesi gerekiyor içmeden önce. İçilecek kıvam için en uygun zamanın şişelendikten 6 ay sonra olduğu söyleniyor. Son kullanma tarihi ise şişelendikten 10 ay sonrası.

Şişeleri yıkamak güç iş... Bu arada basınca dayanıklı şişeler kullanmanız gerektiğini unutmayın. Biz arkadaşlardan topladığımız bira şişelerini kullandık.
Öncelikle yapmak istediğiniz biraya karar veriyorsunuz ve dilediğiniz türün konservesini alıp büyük bir tencerede kaynayana kadar ısıtıyorsunuz, bu arada elinizdeki tüm malzemeleri önce iyice yıkayıp, sonra da metabisülfitle dezenfekte etmeniz gerekiyor.

Dezenfekte ettiğiniz bidonlardan birini (üzerinde derece yapıştırdığınız) alıp güzelce musluğunu takıyor ve vanayı da kapalı pozisyona gerekiyorsunuz. Ardından ısıttığınız konserveyi ocaktan alıp açıyorsunuz ve bidona döküyorsunuz.


Ardından biranın türüne göre 20 ila 25 litre arasında içilebilir suyu bidonun içine boca ediyorsunuz.
Musluktan akan su içilebilir olsa bile klorlu ya da kireçli olabileceğinden dolayı hazır şişe sulardan kullandık.
En son da konserve ile birlikte gelen küçük maya paketini bidona serpip kit ile birlikte gelen spatulayla bir süre karıştırıyorsunuz.


Karıştırma işlemi bittikten sonra bidonun kapağını iyice kapatıp üzerinde kalan boşluğa bileşik kap şekildeki tüpü tıkıyorsunuz. En son da tüpün içine az miktarda metabisülfitli su ekliyorsunuz.


Tüm bu işlemler bittikten sonra sıra bekleme faslına geliyor. Ara ara bidonun üzerinde bulunan termometreden sıcaklığı kontrol etmenizde fayda var, çünkü biranın mayalanması için 20-24 derece bir sıcaklıkta bulunması gerekiyor.


Mayalanmanın başlamasıyla birlikte blop blop diye sesler duymaya başlayacaksınız. Mayalanmanın etkisiyle yukarı çıkan gazın, bidonun üzerinde bulunan tüpün içerisindeki suyu hareket ettirmesiyle oluşan ses bu. Bir süre sonra bu ses kesilecek. Mayalanmaya bir süre daha devam edebilmeniz için bidon değiştirmeniz gerekecek.

Ancak bidon değiştirmeden önce yapmanız gereken bir iş daha var, o da hidrometre ile ölçüm yapmanız. Böylelikle biranın şişelenecek aşamaya gelip gelmediğini görebilirsiniz. Her bira türüne göre hidrometrenin bulunması gereken nokta değişebiliyor. O yüzden kılavuzu okumakta fayda var :)

Öncelikle kabımıza biraz bira alıyoruz.
Kabın dolu hali
Bu da hidrometreli hali :)
Hidrometre ile de işiniz bittikten sonra ikinci bidona aktarıyorsunuz birayı. Aktarma işlemi bittikten sonra yine üzerini kapatıp tüp ile tıkıyorsunuz. Aktarma sırasında dikkat etmeniz gereken en önemli şey ise biranın içerisine hava girmemesi. Biraz zor oluyor, ancak bir kaç alıştırmadan sonra beceriliyor.

Eğer aktarma yaptığınız tüp hava almaya başlıyor, yani içerisine oksijen giriyorsa tüp de boşluklar oluşuyor ya da hava kabarcıkları çıkmaya başlıyor.

İlk bidonun içerisinde kalan maya tortuları :)


İkinci bidonda da bir kaç gün mayalandıktan sonra son olarak tekrar hidrometreyle ölçüp, uygun kıvama gelmişse şişelere koymaya başlıyorsunuz.

Eğer başlangıç itibariyle 25 litrelik bir bira yapmaya başlamışsanız bile, en sonunda elinizde 22-23 litresi kalıyor, aradaki bir kaç litreyi bidonlar arası aktarım sırasında heba edebiliyorsunuz. Ya da şişelenen son kısım pek kaliteli olmuyor, ama her şeye rağmen içilebilir oluyor.

Şişelemeden önce şişeleri iyice temizlemek, dezenfekte etmek ve her küçük şişeye yaklaşık olarak yarım çay kaşığı şeker eklemek gerekiyor (her şişeye tek tek şeker eklemek biraz sıkıcı olduğundan biz en sonunda şöyle bir yöntem bulduk: eklememiz gereken toplam şeker miktarını hesaplayıp biraz su içerisinde çözdürüyoruz, sonra da şişelemeden hemen önce bu çözeltiyi bidona ekleyip karıştırıyoruz. Aynı şeye gelmiş oluyor).

Önceden bulaşık deterjanıyla iyice yıkadığımız şişeleri bu alet vasıtasıyla tek tek dezenfekte ediyoruz. İçerisinde suyla karıştırılmış metabisülfit var. 
Şişeyi koyup bir kaç defa bastırmak yeterli oluyor içini yıkamak için.
Yıkama işlemini en az yarım gün önceden yapmanızda fayda var, böylece şişeleri kurutabilir, fazlalık metabisülfitin dışarı çıkmasını sağlayabilirsiniz. Şişeler de çam ağacı gibi duruyor :p
Sonrada da tek tek şişelere doldurup, kapaklarını kapatıyorsunuz.



En son üzerlerine bir etiket yapıştırmak da oldukça faydalı :)


Gelelim aklınızda oluşabilecek soruya. Peki bu yaptığımız biranın alkol oranı nedir? Normalde %4 civarında olması gerekiyor, ancak sanıyorum ki bunu tutturmak biraz güç evdeki imkanlarla. Büyük ihtimalle %2,5da kalıyordur oran. Ama yine de (artık kendi emeğiniz olduğundan mı bilemiyorum) tat bakımından içimlik biralar elde ediyorsunuz :)

Eğer yeterli büyüklükte bir bahçeniz varsa şerbetçi otu gibi gerekli bitkileri ekip konservenizi de kendiniz hazırlayabilirsiniz. Ancak o kısımın nasıl olacağı hakkında pek bir bilgim yok. Araştırmak lazım ve hakikaten sabırlı olmak gerek diye düşünüyorum, bana böylesi daha pratik geldi :)

Umarım yardımcı olabilmişimdir.

İyi eğlenceler :)

29 Ekim 2014 Çarşamba


Geçen hafta havaların güzel gitmesini de fırsat bilip Cenevre’ye arabayla 1 saat mesafedeki Bourget Gölü’ne (Lac du Bourget) gittik. Bourget Gölü tamamı Fransa sınırları içinde kalan ve başlangıcı buzul olan en büyük doğal göl. Leman Gölü Bourget’den daha büyük ancak tamamı Fransa’da kalmadığı için en büyük olamıyor.


44,5 kilometre karelik bu gölün en derin noktası 145metreymiş. Nitekim gölün derinliklerinde vakti zamanında düşen nazi uçakları mı istersiniz, yok efenim batan tekneler mi istersiniz, hepsinden var.


21 Ekim 2014 Salı

Bu yazımda sizlerle İthaki Yayınları’ndan çıkan Candide ve Micromégas çevirimden bahsetmek istiyorum. Aslında reklam yapmak adetim değildir, ancak blogumun da içeriğiyle gayet uyumlu bir çeviri olduğundan sizlerle de paylaşmak istedim. Voltaire’in hayatına kısa bir bakış yaptığım kısmı ise yazının sonuna doğru bulabilirsiniz.

Voltaire’in Candide’i çevirmek için elime ilk geçtiğinde bunun bir tesadüften daha fazlası olduğunu düşünmeye başlamıştım. Tıpkı Voltaire’in Candide’i Cenevre ve Ferney’de kaleme almaya başlaması gibi, ben de Candide’i Ferney’de çevirdim. Buna ek olarak, lisedeyken bir tam  yılı Candide’le geçirdiğimizden, o zamanlar Micromégas’ı ne zorluklarla okuduğumdan bahsetmeyeceğim bile.

Peki Voltaire’in yolu nasıl olmuştu da Ferney’e, ya da o zaman ki ismiyle Fernex’e düşmüştü?

17 Ekim 2014 Cuma

Geçen hafta, en sonunda Yann Tiersen’i canlı izleme fırsatım oldu. Üstelik de en ön sıradan, rahat rahat. Özellikle İstanbul’daki tıklım tıkış konserlere alışık olan ben, en başta bu durumu biraz yadırgamadım değil. Üzerimde zıplayan yoktu ve sahneyi rahatça görüyordum! Tek problem çevremde bulunan ve şarkı sonları ve başlarında Yann Tiersen’e tezahürat yapıp çığlık çığlığa kendinden geçen tiplerin tüm şarkılar boyunca ya facebookta ya da whats app’da mesajlaşmasıydı. Bir de bu tipler konseri en önden izliyorlar. Git arkadan izle kardeşim, ayrıca bak konsere gelmişsiniz, 1 saatliğine de yazışmayı ver arkadaşlarınla. Tabii bunları direkt yüzlerine söylemedim mecbur buradan döküyorum içimi :D

Şimdiye kadar iki kez Tiersen’in İstanbul konserlerini kaçırmış olan ben, Lozan’a konsere gidecek olmaktan oldukça memnundum. Les Docks adlı mekanda gerçekleşen konser kapılarını saat 20:30’da açacaktı, saat 21:00’de alt grup, saat 22:15’de de Yann Tiersen’in sahne alması bekleniyordu. Böylelikle Cenevre’den yola çıktığımızda saat 20:15, Lozan’a vardığımızda ise 21:15’di. Ancak gelin görün ki konteynırdan bozma konser alanına girmeyi bekleyen en az 250 kişi dışarıda kuyruk olmuştu. Kapıların bir saat önce açılmış olması gerektiğinden en başta bu duruma inanamadık. Kapıdaki kontrol ne kadar yavaş olabilirdi ki? Herhalde kapıda bilet almak isteyen ahaliydi bu! Ama ne yazık ki yanılmıştık... Böylece kendimize dışardan yiyecek birşeyler bulup sırada beklemeye başladık. İçeriye girebildiğimizde saat neredeyse 22 olmuştu ve hâlâ dışarıda bekleyen insanlar vardı.

Bu noktada ufak bir not düşeyim, gördüğüm kadarıyla Les Docks’da, içeride yiyecek satan bir bölüm yok, ancak alkollü, alkolsüz içkiler mevcut. Dilerseniz vestiyer de var. İçeriye girerken kolunuza damga basılıyor. Sanıyorum böylece başka bir kapıdan sigara içmek vs için dışarı çıkıp içeri girebiliyorsunuz. Ama ne yalan söyleyeyim ben dışarı çıkmayı denemedim.


Gelelim konsere... Konser tam saatinde başladı (bu arada alt grubu ne duyduk, ne de gördük, acaba sahneye bile çıkmadılar mı?). Yaklaşık 1,5 saat süren konser oldukça etkileyiciydi. Hem müzikler, hem de grubun performansı çok iyiydi.





Kullandıkları ensturmanları da canlı canlı görmek güzeldi.



Konser boyunca sadece Tiersen değil, baterist dışında tüm grup üyeleri sürekli ensturman değiştirdiler. Kâh piyano çaldılar, kâh şarkı söylediler, kâh ksilofonun başına geçtiler. Hepsi birbirinden yetenekliydi. İşte bu noktada biraz Yann Tiersen’e içerlemedim değil. Zaten konser boyunca iki teşekkür, bir merhaba dışında başka birşey söylememiş olan sanatçı, grup arkadaşlarını da bizlere tanıtmadı. Bence tanıtması gerekirdi, çünkü diğer elemanlar da en az onun kadar başarılıydı ve parçalarını onlar olmaksızın çalması  pek bir anlaman ifade etmeyebilirdi. Bunun üzerine ben internetten araştırayım dedim, biraz zor oldu bulmam ama buldum sanırım, belki albümden albüme çalıştığı kişiler değişiyordur, tüm müzikleri kendisi de yazıyor olabilir, ancak kim olduklarını paylaşması hoş olabilirdi :) Uzatmadan yazayım elemanları : Lionel Laquerrière, Robin Allender, Neil Turpin (Bateri), Ólavur Jákupsson, Emilie Quinquis ve Gaëlle Kerrien. Tabii bu bulduğum liste albümün kayıt listesi. Sanıyorum konserde vokalistlerden biri (Emilie Q. veya Gaëlle K.) yoktu. Hatta ilk şarkıdan sonra sahneye çıkan vokal de kulise gitti, hemen hemen tüm vokalleri Jákupsson yaptı. Kısacası sahnede Tiersen dahil 5 kişi kaldılar.




Yann Tiersen tüm konser boyunca piyano, keman, ksilofon, melodika ve gitar gibi pek çok ensturman çaldı. Ama açıkçası tüm bunların yanında akordeon çalmamasına biraz üzüldüm.


Ancak her şeye rağmen çok güzel zaman geçirdik. Tüm şarkılar harikaydı. En sonunda birileri pena atar mı diye bekledim, ama sanırım pena kullanmadılar :p Ben de şarkı listesiyle avundum :)


Listeyi sizinle de paylaşmış olayım. Yann Tiersen Infinity Turnesi, Lozan şarkı listesi:

  • Meteorites
  • Slippery Stones
  • Ar Maen Bihan
  • Midsummer Evening
  • Palestine
  • Dark Stuff
  • La Dispute
  • La Crise
  • Steinn
  • In Our Minds
  • Chapter19
  • Rue des Cascades
  • Grønjørd
  • The Gutter
  • The Crossing
  • Vanishing Point
  • Lights

--------
  • The Long Road
  • Sur Le Fil
  • Till The End


15 Ekim 2014 Çarşamba

Genel harita
"Neuchâtel'de Romantik Bir Haftasonu" yazımda belirttiğim üzere aşağıda sizinle Neuchâtel Kantonu'nda bulunan yürüyüş parkurlarını paylaşayacağım.

Toplamda 13 parkur var. Numaraların renklerine bakarak zorluk derecelerini anlamak mümkün.
Mavi : Kolay
Kırmızı: Orta
Siyah: Zor

Her haritada hem Fransızca, hem Almanca, hem de İngilizce açıklamalar bulunuyor. Ben yine de kısmen özet geçeceğim her resmin üzerine. Resimleri olabildiğince kaliteli taratmaya çalıştım, baskı aldığınızda bir sorun olmayacağını umuyorum.

Yürüyüşler için sanıyorum en ideal zaman nisan - kasım ayları arası. Özellikle sezonun kapanmasına doğru, ekim ayında giderseniz sonbaharın renkcümbüşünü yaşayabilirsiniz. Gerçekten doğanın aldığı renkler bir harika :)

Yazının en sonunda tüm parkuların uzunluğunu ve numaralarını gösteren listeyi görebilirsiniz.

NOT: Her haritanın alt kısmında bulunan sembolleri iyice okumayı unutmayın. Özellikle çocuklarıyla gezecekler için "convient aux familles" (aileler için uygundur) sembolünü aramanızda yarar var. Bazı parkurlar çocuklar için hem zorlayıcı hem de tehlikeli olabilir. Genel olarak tüm orta ve kolay parkurların ailelere uygun olması lazım, ancak kontrol etmeyi unutmayın :)

1 - Gorges d'Areuse
İlk durağımız Areuse Vadisi. Bu parkurla ilgili yazım için "Neuchâtel'de Romantik Bir Haftasonu" başlığına tıklayabilirsiniz.

Parkur toplam 7 saat 50 dakika sürüyor ve grafikte de görülebileceği üzere kısmen düz bir yol. Ancak tamamını yürümek zorunda değilsiniz. Örneğin biz "Champ du Moulin"den girdik ve "Boudry"den çıktık. İki nokta arasını işaretler 2 saat gösteriyordu, fakat biz ertrafı seyredip fotoğraf çekmekten 3 saatte bitirebildik. Eğer hızlı hızlı yürümeyi düşünmüyorsanız belirtilen saatlerin üzerine biraz daha eklemenizde fayda var.


2 - Gorges de la Poëta Raisse
Toplam 5,5 saat süren bu parkur sanıyorum 650 metrelik bir tırmanış olduğu için "zor" olarak tanımlanmış. 

Bu arada her haritanın sağ tarafında bulunan fotoğrafın nerede çekildiğini görmek için haritadaki fotoğraf makinası simgesine bakmanız yeterli.  


3 - La Vy aux Moines
İşte kısmen makul ve aynı zamanda Les Taillères Gölü'nün yanından da geçen bir parkur. Biz vaktimiz olmadığı için bu parkura gidemedik ancak hoş olabileceğini düşünüyorum.


4 - Sentier du Lac
Bu parkurda ise neredeyse Neuchâtel Gölü'nün yarısını turluyorsunuz. Bu noktada Neuchâtel Gölü'nün İsviçre sınırları içerisinde kalan en büyük göl olduğunu söylemekte fayda var. Uzunluğu 38,3, genişliği 8,2km olan bu doğal gölün en derin noktası ise 153metre. 


5 - Creux du Van
İşte bir başka zor fakat bir o kadar da güzel bir parkur. Ama açık konuşayım biz parkurun tamamını gezmedik, sadece manzara noktasının bulunduğu Le Soliat'a gidip oradan fotoğraf çektik. Bu manzara için sırf Soliat'a gitmeye değer. Ancak özel araba veya aşağıdan yürüyerek gelmek dışında başka bir ulaşım olduğunu sanmyorum ne yazık ki. Fotoğraflariçin diğer yazıma tıklayabilirsiniz.


6 - Sentier de la Tourbière
Oldukça kısa ve kolay olan bu parkur fazla vakti olmayan fakat yürüyüş yapmak isteyen kişiler ve aileler için ideal olabilir. 


7 - Saut du Doubs
Fotoğrafta oldukça albenili gözüken Doubs şelalesini ne yazık ki ziyaret edemedik. Toplamda 6,5 saat sürüyor gözüken bu parkuru da 1. parkuda olduğu gibi kısım kısım ziyaret edebilirsiniz diye düşünüyorum. Örneğin sadece Les Brenets'e gidip oradan Saut du Doubs'a yürüp geri dönebilirsiniz. Haritaya göre gidiş dönüş 2 saat sürecek.


8 - La Voie Révolutionnaire
İşte oldukça uzun süren hatta belki de arada konaklamanızı gerektirecek kadar uzun olan bir parkur. Toplamda 10,5 saat sürüyor ve yer yer inişler ve çıkışlar mevcut. Konaklamak için çeşitli noktaların yanında bulunan sembollere bakabilirsiniz. İsteğinizde göre otel veya kamp işaretleri mevcut. 


9 - L'Escarpineau
Fotoğraftaki manzara oldukça güzel, ancak haritaya bakınca aynı yerden geçiyormuş gibi gelmiyor parkur. Belki yukarıdan bakılabilen bir nokta vardır, bilemiyorum tabii parkura gitmediğim için yanlış yönlendirmeyeyim. :)


10 - Sentier des Statues Boucles Mont Racine
Heykelli yürüyüş yolunun özellikle çocuklar için eğlenceli olabileceğini düşünüyorum, en azından fotoğraflardan öyle gözüküyor :) Eğer parkurun en tepe noktası olan Mont Racine kadar çıkmak istiyorsanız 2saatin üzerine 1 saat daha eklemeniz gerektiğini unutmayın :)


11 - Chaumont Sentier du Temps
İşte Neuchâtel gezimizde konakladığımız otelin bulunduğu Chaumont noktasından Neuchâtel merkeze kadar inen yol. Arabayla geçerken gördüğüm kadarıyla sürekli orman içinde yürüyor olacaksınız. Herhangi bir tırmanış yapmayacağınız bu parkur boyunca sürekli aşağı doğru ineceksiniz. Başlangıç noktası olan Chaumont'a gitmek içinse La Coudre'dan funikülere binmeniz yeterli.


12 - Chasseral - La Vue des Alpes
1600 metreden yürüyüşe başlayacağınız düşünülürse, parkurun isminden de anlaşılacağı gibi Alpleri görmemeniz için -sis dışında diyelim- herhangi bir sebep yok :) 

Her ne kadar orta zorlukta bir yürüyüş parkuru olsa da aileler için önerilmemiş.


13 - St - Blaise - La Neuveville
Ve geldik listedeki son parkura. Yaklaşık 3,5 saat süren kolay bir parkurla kapanış yapıyoruz. Bu parkur sayesinde hem Bienne Gölü'nü hem de Neuchâtel Gölü'nü ziyaret etmiş oluyorsunuz.


Umuyorum yukarıdaki haritalar ve açıklamalarla gezilerinize biraz olsun ışık tutabilmişimdir.

Şimdiden iyi yürüyüşler, iyi eğlenceler diliyorum :)